Erkek devlete borçlu katiller

Bir süredir yazmadığım için onlarca yazılabilecek fikir arasında giderken izlediğim harika bir filmin inceleme yazısına karar verdim. Ama bu bir sinema yazısı değil. Dün belki de tam bu saatlerde öfke nöbetleri arasında medcezir yaşarken değişiklik eşiğine gelerek bu yazıya geçtim. Sanırım hepimiz haberleri takip ettik aynı anda zihnimizde yankılanan Pınar Gültekin ve haksız tahrik kelimeleri ile aynı öfke nöbetine tutulduk.


Dün Pınar Gültekin’i katletmekten yargılanan Cemal Metin Avcı ve cinayetin üzerini kapatmakta onun işbirlikçiliğini yapanlar 13. kez duruşmaya çıktı. Aylardır devam eden davanın kararı açıklanırken ilk yayınlanan haberler sanığın ağırlaştırılmış müebbet cezası aldığı yönündeydi ki bu karar dahi yapılanlara karşı bir rahatlama sağlamazken beş dakika geçmeden cezanın ‘haksız tahrik’ indirimiyle 23 yıla düşürüldüğü, diğer yargılananların ise beraat ile elini kolunu sallayarak çıkacağı haberleri geldi. Bu kararın, işbirlikçileri gibi katilin de belki de birkaç yıl sonra serbest bırakılacağı, öylece sokaklara döneceği, belki bir gün aynı sokakta yüreceğimiz – tabii biz de henüz öldürülmemiş olursak – anlamına geldiğini bilecek kadar yaşadık Türkiye’de.


Onlarca kez haksız tahrik indirimleri ile dolu kararlarla karşılaştık, öfkelendik, isyan ettik, sokaklarda olduk. Lakin her seferinde bilenen öfkemizle birlikte adalete olan inancın da giderek yok olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalmış olmak bizim de gerçekliğimiz haline geldi. Bunun 1 hafta öncesinde Danıştay mahkemesinde İstanbul Sözleşmesi’ni savunan avukat arkadaşlarımıza bakarken kabaran göğüslerimiz bu kez öfkeyle dolup içimize sığmaz hale geldi. Gözlerimiz katilin “İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırıldığı iyi oldu” sözlerini gördü, “Pınar namusumu kirletti, benim vicdanım rahat” sözlerini gördü. Bütün bunları gördükten sonra avukatının “maktülün yerini söylemeyebilirdi, öylesine nedensiz gidip öldürmedi ya” sözlerini duyduk. Bir katil, bir katilin avukatı ve bir grup cinayet ortakçısı bu kararla erkek adalete bir kez daha borçlandı. Erkek adalet bir kez daha bir avuç katilin hayatını kurtarıp, kadın cinayetleri söz konusu olduğunda adaletin nasıl da rafa kaldırılabileceğini göstermiş oldu.


Haksız tahrik denip durulan şey Türk Ceza Kanunu’nda ‘haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında’ suç işleyen kimsenin ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu, bu tanımla Türkiye mahkemelerinde bu şekliyle yani fiil sırasında bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini soruşturarak karara varmak zorunda. Peki eldeki bazı haksız tahrik indirimlerine baktığımızda neler görüyoruz? Bursa’da birlikte yaşadığı Arzu Civil’i 22 yerinden bıçaklayarak öldüren katil Yavuz Özcan izlediği porno filmdeki kadına benzettiği için öldürdüğü ifadesini verdi, haksız tahrik indirimi ile 18 yıl ceza aldı. Samsun’nda evli olduğu kadını boğarak öldüren Yaşar Ertaş, cinsel ilişkiyi reddettiği için öldürdüm diyerek haksız tahrik indirimi ile 18 yıl 4 ay ceza aldı. Bursa’da evli olduğu kadını ve kızını öldüren Ali Şeker babalığıma laf etti diyerek haksız tahrik indirimi ile 37 yıl ceza aldı. İzmir’de boşanmak isteyen karısını öldüren erkek ifadesinde karısının Adil Işık isimli birinden mesajlar aldığını, kendisini aldattığını söyleyerek haksız tahrik indirimi aldı. (İndirimin nedeni sanığın ‘Adil Işık’ isminin bir giyim markası olabileceğinini bilemeyebileceği ihtimali) Bu örneklerin yanında kadınların katledilmesinde eve geldiğinde yemek hazır olmaması, izinsiz alışveriş yapması, doğum kontrol hapı kullanması, evin kapısını geç açması, yemeğin tuzunu az koyması gibi erkek lehine haksız tahrik uygulanan onlarca örnek daha var. Dönüp bakınca yüce Türk Ceza Kanunu’nda ufak değişikliklerle aslında gerçekliğe erişebileceğimizi görüyoruz. Mesela neyin haksız tahrik kabul edilebileceğine yönelik maddelerde kısaca erkeğe itaat etmeme başlığı koyulsa eminim bu tip kararları veren ‘hukukçu’ların işleri daha kolay olacaktır. Bu haliyle de adaletin uygulayıcısı olduğunu düşündüğümüz kanun insanlarının bu kararları verirken mesleki ya da vicdani olarak zorlandığını görmüyoruz aslında.


Erkek adalet değil, gerçek adalet diye sokaklarda bağırırken aslında tüm bunların arasında en çok nereden öldüğümüzü, en çok nereden yara aldığımızı göstermeye, aynı zamanda tüm öfkemizle hakkımız olanı, alacaklı olduğumuzu talep ediyoruz. Çünkü bu düzende bizi öldürenin bir bıçak değil, bir silah değil adalet denilen ancak sadece için boş, keyfi biçimde uygulanan hükümler dizisi olduğunu görüyoruz. S

ahip çıktığımız, peşini bırakmıyoruz, vazgeçmiyoruz dediğimiz İstanbul Sözleşmesi milyonlarca kadının, çocuğun, lubunyanın güvencesiyken onu fesh edenler bu cinayetlerin ortağı, parçası, sorumlusudur. Dün sözleşmeyi kaldıran, sözleşmeyi kaldıranların sırtını sıvazlayan, alkış tutan, sessiz kalan herkes bu hesabın parçasıdır. Bugün 6284 sayılı kanuna göz diken, saldıracak yeni yerler, yeni canlar arayan herkes bu hesabın parçasıdır. Kutsal aile diyen, bunlar ahlakımızı bozuyor diyen, katiller yerine ‘katledilen kadınlar isyanımızdır’ diyenlere barikat kuran, dün onur haftasına saldıran kimlerse bu hesabın parçasıdır. Siz canımıza, hayatımıza, bedenlerimize, yaşayışımıza göz dikenler sizden alacaklıyız. Biz sizin katlinize dair bir şey yapmadık, yapmayacağız diyenler sizden alacaklıyız. Erkek devletin, erkek adaletin, eril düzeninizin bize açtığı savaştaysak bundan sonra, bu ne ilk oldu ne de son olacak. Siz gideceksiniz, biz kalacağız.

Paylaş

İlgili Yazılar